Benim 2 hamileliğim de muhteşem geçti.Sıfıra yakın problem ve mutluluk hormonlarımın tavan yapmasıyla gözümde sürekli pembe gözlüklerle gezdim.Ne yalan söyliyeyim hiç de öyle endişelenmedim ben bu çocuğa ya da ikincide çocuklara nasıl bakacağım diye.Sonuçta okuyordum,iyi kötü etrafımdaki çocuk yetiştirenleri de gözlemliyordum,bir de yalnız olmadığımı en az benim kadar bu işi yapabilecek bir eşe sahip olduğumu biliyordum.İkimiz herşeyi hallederdik.
Benim sıkıntım hep doğumdan sonraki 3-4 hafta oldu.O lohusalık hüznü dedikleri şey var ya gelip benim göğsümün üstüne çöreklendi.Hep hamileliği özledim o günlerde.Doktor kontrollerimi,ultrason muaynelerindeki heyecanımı,hastane koridorlarını özledim.Bir daha onların yaşanmayacak olması bir şekilde içimi burkuyordu.
İşte bitmişti herşey.Sonunda aylardır beklediğimiz bebeğimizle evdeydik.Ve daha da önemlisi bundan sonra zamanımızın çoğunluğunu evde geçirecektik.Bu da bana özellikle Kayra'nın doğumundan sonra ayrı bir zor gelmişti.Çünkü doğuma 3 gün kalaya kadar sürekli deliler gibi hareket halindeydim.Haftanın beş günü Arda'yı yelken ve yüzme kursuna götürüyordum.Antalya'da yaşıyor olmanın verdiği avantajla en az beş gün her sabah ve çoğu zaman akşamları yüzüyordum(ki deniz aşkımla ilgili sayfalarca yazabilirim,arkadaşlar arasında dalga konusuyumdur,çünkü hala denize ayağımı soktuğumda çocukluk günlerinde duyduğum mutluluğu yaşarım ama öyle böyle değil,Arda bile anlam veremez benim halime).Pilatesimden de kusur kalmamıştım.Hergün bir aktivite hergün bir coşku hormonlarla harmanlanıp benim gökyüzünde gezmemi sağlıyordu.Tabii temmuz ayında Antalya'nın 40 kusur derece sıcağında doğum yapınca ve bir tanecik minik adamla evde başbaşa kalınca işler değişti.Eşim hastane dönüşü o zaman öyle gerektiği için ertesi gün işine döndü,Ardacım çok sevgili dostlarımız sayesinde ne yelken kursundan ne yüzmesinden ne de diğer sosyal aktivitelerinden geri kalmadı.Ama minik adamla biz sabah beşte ya da altıda kalkıp,balkonda oturduğumuzda ve ben o saatte balkondan denize giren insanları görünce hayatın akıp gittiğini benim de öylece kaldığımı hissediyordum.O eski,hareketli,heyecanlı günleri çok özlüyordum ve sürekli ağlamak istiyordum.Sonra da bu kadar sağlıklı ve muhteşem bir bebeğim olduğu halde niye mutlu olamadığımı düşünüp,kendimi suçlu hissedip daha çok ağlamak istiyordum.Sonra aynı duyguları Arda'nın doğumundan sonra da yaşadığımı hatırladım.Aslında bu da galiba yine hormonlarla ilgili birşeydi.Sonra karar verdim.Evet,bu lohusa hüznüydü ve geçecekti.Ve dedimki o zaman bunu da doyasıya yaşayayım ve geçsin gitsin.
Gerçekten de yaklaşık 4 hafta sonra herşey normale döndü.Ben Kayra'ya alıştım,o bana alıştı. Havalar biraz daha dışarı çıkılabilir ve nefes alınabilir hale geldi.Benim de göğsümün üzerindeki o ağırlık yavaş yavaş kalktı.
Peki şimdi neler oluyor?Neler oluyor biliyor musunuz?2 çocuğumun da tamamen farklı karakterlerle doğmasının ve Kayra'nın Arda'ya göre biraz daha zor,kurallı bir bebek olmasının,daha az uyumasının etkisiyle bazen yine göğsümün üzerine bir ağırlık çöküyor bu sefer buna yorgunluk ve uykusuzluk da eşlik ediyor.Bunun bu sefer lohusa hüznü olmadığını ve bildiğin postportum depresyonun eşiğinde olduğumu hissediyorum.Bunu da şahsen doyasıya yaşamak istemiyorum,sonu hiç hoş olmaz.Depresyonla hüzün arasındaki farkta bu bence...
sevgiler...
Ne güzel olmuş bu blog
YanıtlaSilteşekkürler:))))
SilLohusalık 40 gün derler ya eskiler, gerçekten de 1 ay sonra hormonlar ve ruh hali eski haline dönüyor demek ki. Allah ailenizle ve güzel evlatlarınızla, sağlıklı ve huzurlu uzuuun yıllar nasip etsin. Darısı bizlerin de başına diyelim :)
YanıtlaSilBloğunuzu Anne güncesi sayesinde keşfettim, ne de güzel oldu, bundan sonra minik adamların maceralarını kaçırmayacağım, ilginizi çekerse benim blogcuğuma da her zaman beklerim.
Kocaman sevgiler.
Lohusalık zor zanaat:))Ama en çok çevrendeki insanlar önemli bence.Sana o günleri güller içinde de geçirtebilirler,sinir krizi de geçirtebilirler:))
Silhoş geldiniz bloğuma...En kısa zamanda iade-i ziyaret yapacağım.
Sevgiler:)